7 Eylül 2009 Pazartesi

Uluma.

Söylediğime göre Mallerme 1866 yılının İlkbaharında- ilkbaharlar önemli- bunalımına yalnızca maruz kalmaktan çıkıp onu üzerine de almaya başlamış, bak bu önemli, farketmek falan diye yani..

Bendeniz şu sıraların dilleri (!) destan Sally Hayes'i ise 2009 yılının yazında şunları farkettim efendim; birayı 33 cl'lik şişeden içmeyi seviyorum, Martini bardağından her şeyi ama en çok ama çok çok vodka martini içmeyi seviyorum.

Her çap için farklı boyda farkındalıklar mevcut bolluk ve bereket dolu dünyamızda.

Amin.


Bu arada evet, seni seviyorum.

Serdar Ortaç diye biri gerçekten varmış, rüya değilmiş..

Siyah, küçük, çekirdekli üzüm kadar çirkin bir şey de bilmem şu dünyada desem, külliyen yalan olur bu nedenle susuyorum, yıllardır!

Ama bir gün dayanamayıp ağzımı açarsam, işte o gün...

Aman boşver, neyse ne, naber?


Bu akşam Kayahanla arkadaş oldum. Evde yoktum.

Yok artık! Bir bu eksikti.

Delirdi iyii ce, vallah i başşedemiyorum, artık bıktım!

6 Eylül 2009 Pazar

huh!?

Bu aralar sürekli kendimi garip sapık tarikatların ortasında buluyorum -tabii o insanların bir araya gelip tarikat kurduklarından haberleri yok; her şeyi olduğu gibi bunu da bir tek ben biliyorum(!)- ve kendimi pek bir garip hissediyorum.

Tespitlerime göre bu insanları biraraya toplayan şey ya bir "pipi" oluyor ya da "meme", gerçekten, oturuyoruz bir masanın etrafında bir de fark ediyorum ki masadaki kızlardan birinin memelerini herkes tanıyor bir ben tanımıyorum, tabii haksız rekabet var ortada, kendimi kötü hissedip kalkıp gidiyorum.. Bu meme bazen bir pipiye dönüşüyor bir bakıyorum adam toplamış bütün pipisini tanıyanları..

En kötüsü de şu aynı memeyi tanıyanlardan olmak, ben aramızda bir kardeşlik bir dostluk varmış gibi düşünüp hemen ortama ısınsam da insanlar pek bir çekingen olabiliyor.

Oysa meme diyorum pipi diyorum.

Son olarak kulakları çınlasın; pipi
popo
meme
pipilipopo.

11 Ağustos 2009 Salı

vınnnn

O kadar sıkılıyorum ki, ancak bu kadar olur. Yok, hayatımda hiç bir şey yok. En azından olanlarla ilgilenemiyorum bile. Şöyle çiçek açsam falan ne güzel olur yine diye düşünürken, asıl noktayı kaçırdığımı fark ettim.

Problemim zaten her boku farketmekken bir de bu çıktı başımıza. Neymiş efendim çok bilmiş sayın Bü amaan bu da geçer o da geçer her şey geçer diye ortalarda zıplarken her gün gelip geçmiş. E salak ısın yavrucum diye kimse de sormadığı için kendi kendime takılıyorum işte.. Aşık oldum geçsin diye bekliyorum, acı çekmem gerekiyor, aman şu iki günü atlatırsam hiç bişeyciğim kalmaz diyorum, en kötüsü adama aşık mı oldum yoksa kendi kendime yarışma düzenledim aslında "zaferin" peşinde miyim onu bile bilemiyorum. Sanırım buna yüzeysellik diyorlar. Hani şu daha bir sene öncesine kadar götümle güldüğüm türden bir yüzeysellik hem de..

Ama komik şeyler de yok değil tabii. Düşündüm de bütün hayatının böyle geçtiğini varsaysak herhangi bir insanın, her gün aynı gibi, yeni bir şey yok gibi, yeni iinsanlar bile olmasa mesela.. Ben kendimi atarım sanırım "balkondan" başkaları ne yapar bilemiyorum.

Yine de şu sıralar ben tam da yıllar sonra koşmayı bırakmışken, tamemen olduğum yere çakılmış dururken biri hızla çarpsa bana hiç fena olmaz gibi.. Başıma bir şey gelsin yani! Ne halim varsa göriyim! Sıkıldım yahu anlayan yok mu!?

30 Temmuz 2009 Perşembe

Çok önceden alınmış bir karar gibi yaşıyorum bir adım eksik atsam hatıralarım, acılarım ayaklanıyor demiş adam..

Bana gelip "Sır kutunuz olabilir miyim?" diye sormasa, benim hayatta aklıma gelmezdi sır kutum yapmak için onca çabaladığım insanlara isteğimi böyle açıkca söylemek..

Ağzım bir karış açık falan da kalmadan, tabii dedim önce kendi kendime, niye olamayacakmış ki hem?, Senden iyisini bulacağım şekerim gibi bir şey değil bu sevgili okur, bir insanı çok fazla tanıma olasılığınız varsa elinizde -her insanı mı demeli?- ama orda değilde bir adım öncesinde, hiç tanımadığınız yerdeyseniz, etrafınıza şöyle bir bakın -ne kadar da güzel- işte aynen o gördüğünüz -belkide göremediğiniz- şeyi görüp söylenmiş bir şey bu..

Hem bazılarının çok iyi bildiği gibi "Maestro Paganini yasemin bahçesinde/kemanını yağmura göre akortluyor." derse biri, işte buna asla dayanamam..

Hayatta, en canımı sıkan şey, son zamanlarda, bu terketme, terkedilme mevzuu.. İçim acıyor beynim karıncalanıyor ve ben asla anlayamıyorum nasıl oluyor da oluyor.. Hayatımda kimseyi terketmedim desem, kimse inanmaz belki ama gerçekten yapmadım, tanımış olduğum bütün insanların bana ihtiyacı olsa koşarak giderim, kaldı ki eş dost sevgili..

Tamam, tayatımdaki yerlerinde oynamalar yaptım, bir çoğu da bu yüzden gitti ama ne demek nefret, küslük, unutmak bunları hiç anlamıyorum..
İçinden sormak geliyor insanın; Bir tek ben memliyken ne oldu da şimdi "geri al memelerini geri ver penisimi?"

Geçen gece sağolsun Fatih Akın, sarhoşluğun da etkisiyle kafamıza kafamıza vurdu Orhan Gencebay, Sezen Aksu ve diğerleri diğerleriyle, film bitince arkadaşımla odaya gittik, bilgisayarın başına geçtik, ne yalan söyleyeyim, hiç beklemezdim; çıkardı Orhan Gencebay arşivini, ben serdim '80 öncesi SezenAksuşarkısıbilgimi, o gazla başladım art arda vodka shotlara -tipik kafam güzel olmadı ki tribine giren bü!- ağladım, ağladıkça konuştum, konuştukça bahsettiklerim midemi bulandırdı, en son üzerimde elbisemle duşun altında ellerime bakarken hatırlıyorum kendimi, hep o salak tebessüm, o anda bir kez daha fark ettim, bilmiyorum hala ne istediğimi, sürekli koşuyorum, sürekli her şeyi uçlara sürüklüyorum ama bir türlü bulamıyorum gerçeği, ben şimdi kalkıp buna aşık bile olabilirim, ama bilmiyorum bu dediğim şeyin bile ne olduğunu. Bunları neden anlatıyorum? Onu bile bilmiyorum dedim ya..

O gece Ladino song'u dinledim. Hiçbir şeyin altında neden aramadım, şüphe duymadım, anlam çıkarmadım, sen nerden çıktın diye sormadım -ama sorucam- bütün bunların bir anlamı olmalı..

İlk defa sır kutusu olan her insan gibi ben de var olanla nasıl başedeceğimi bilemiyorum.. Çok kurcalarsam bozulur mu acaba ya da ne kadar çalışıyor gibi sorular beynimi kemirmekle beraber, her şeyden önce "Pardon ama gerçekten mi?" diye sormak istiyorum..

28 Temmuz 2009 Salı

garip şeyler bunlar!


Çiçek Dilligil ile Bora Öztaprak'ın evli olması ve şıp diye ikisi de 3'er kez damıtarak burunlarından sızdırdıkları veletleri benden başka kimsenin dikkatini çekmedi mi ya'u!?

Peki ben bunu gördükten ve de saatlerce üstüne konuşup güldükten sonra, adamın astronomi doktorası yaptığını öğrenip gözlerimin yaşarması..?

Tanrım kurtar beni önyargılarımdan mı yoksa Bu ne dünya kardeşim mi!?

Peki ya aklıma türkfilmişarkılarının gelmesi?

Hep istemek, çok istemek..

İçimden buraları yıkıp lunapark yapmak geliyor..

Baş dönmesi, şeker kamışı

Hadi şimdi itiraf ediyim, ben öyle bir armutum ki ancak bu kadar olur.

Geçen gün bir arkadaşıma çok kızdım, ama gerçekten çok. Bir de üstüne kıskandım, zaten kızmamın temelinde ilgisizlik yattığı için histerim de hemen devreye girdi. oldu mu herşey tamam!?

Hah, herşey zaten girmişken birbirine tabii çenemi de tutamadım kızgınlığımı da dile getirdim mi, o da tamam. O da kendisinden beklenilen açıklamayı yapıp benim günlerce boşuna mide ağrılarıyla dolaşıp durduğumu da onayladı.. Oh oh ne güzel, hemen oracıkta onu da affettim.

iki gün geçti başka bir arkadaşıma ne kadar sinir olduğumdan bahsederken, canım arkadaşım çok önemli bir gerçeği yüzüme vurdu. Gayet de haklıydı, yıllarca yapıp son sevgilimle beraber çöpe attığımı düşündüğüm salaklık resmen yine hortlamıştı. Elim ayağım birbirine dolandı çünkü asla eski aptallıkları yapmayacaktım. Bir daha asla her türlü ilişkimi çok yüce duygular taşıyan çok önemli birlikteliklermiş gibi görüp ne olursa olsun kimseyi terketmemezlik yapmayı bir kez daha kaldırmazdı bu bünye.

Aman ne güzel son anda uyandım, hayatta affetmem kimseyi pis git go! derken önce
sevgili üstadım Nguyen Ngoc-Rao'dan gelen mail'de yazan "If you want to be happy in love during this period, don't let other people interfere with your personal matters. Only listen to your heart." lafıyla tekrardan kendi kendime gaza gelip "Evet lan, olsun, acı çekelim zaten ne bu böyle cam fanus fantazisi, madem böyle hissediyorum ne olursa olsun yapmalıyım!" dedim -Tanrım ne büyük hata! Bu kafayla en son normalde 1 ay sürmesi gereken bir ilişkiyi 2 seneye uzatmıştım ve ne yalan söyleyeyim yine olsa yine yaparım ben bu kafayla..-

Zaten gaza gelmişim, ama ne yapmam gerektiğini bir türlü kestiremiyorum, bir işaret lazım tabi, hemmen o da geldi öldürmeyi planladığım sevgili kişiden; çok dayanamayacağım ortada..

Farkındayım artık iyice, kafam hiç çalışmıyor.

Ama mesela bunları yazarken şöyle birşey daha oldu; Naaaapıyosun aptal karı dedim kendi kendime ki bu da bir gelişme kendimle hiç bu şekilde konuşmam. Karar verdim gerçekten artık oynamıyorum, küstüm ben, evet evet çok küstüm hem de!

Küskünotundan 360 derece haberleri izlediniz efendim, esen kalın..

26 Temmuz 2009 Pazar

bunun çekirdeği gömülür mü?

Bü olmasaydım avakado olurdum, efendim.
Avakado olamadım, Bü oldum, aynı şey..

25 Temmuz 2009 Cumartesi

çağrılmayan yakup da güzel şiirdir ha!

Kafamın nasıl çalıştığını gösteren bir işaret olarak kabul ettiğim bişey biraz önce vuku buldu.

Şöyle ki; bir arkadaşıma bir şey yazıp göndericem ama bu şey bir alıntı olucak -nedenini sormayın rica ederim kuzum- bu sebeple tam da o sırada okumakta olduğum Çağrılmayan Yakup şiirini daha dikatli okumaya başladım. Amaç ne ben de emin değilim ama aklıma geldi bir kere işte..

Her neyse bütün kitabı mesaj atamayacağım ve de adam zaten şiir okumaktan hoşlanmadığı için işim daha da zorlaşırken aklıma sevgili büyüğümüz Marcus Valerius Martialis abimizin zamanında söylemiş olduğu "O suyu kirletmeye kıçın yetmez kafanı sok zollius kafanı" lafı geldi. Bunun da bir sebebi yok pek tabii. Bu sözü ilk okuduğumda karanlık ve dağınık bir odada yatağa yatmış hem bir şeyler okuyup hem de bir şeyler yazıyordum -aynı anda olduğu için ikisini de pek beceremiyordum tabi- okadar sinirliydim ki görür görmez duygularıma tercüman oldu gibi oldu ama aslında olmadı çünkü duygularım aptallığa öfkeden ziyade kıskançlık ve histeri arasında gidip geliyordu..

O gün bu gündür ne Marcuscuğumu ne de bu sözü unutmadım, bu gün de olduğu gibi hep yerli yersiz aklıma geldi durdu.. Ama artık çıldırıcam, bunu yazıp göndermemek için kendimi zor tutuyorum fakat konsepte aykırı! En son aldığı mesajda "bak ben sen oldum" yazan biri olarak böyle bir şey yaparsam cezalandırılmaktan korkuyorum, elbette "kısa mesajla "mesaj verme" sevdalısı ergenler derneği" peşime falan düşmez ama ne biliyim..

Kafamın nasıl çalıştığı -yoksa çalışmadığı mı demeli?- mevzuuna gelicek olursak, işte böyle sayın seyirciler; bö!

23 Temmuz 2009 Perşembe

.

Geçen perşembe cinlerim tepemde -güneş tutulması vardı ya ondan- tünelde şahane bir mekanda arkadaşlarımın çaldıkları bir geceye katılmak zorunda kaldım, ne zaman zorunda kalsam verdiğim tepkiyi verip kaçmaya çalıştım ama ne mümkün..

Baktım olmuyor "Benim acilen Robinson'a uğramam lazım sipariş ettiğim kitaplar gelmiştir ay ay ay aman unutmıyim!" diyerek kısa süreliğine kaçmayı başardım. Gittim baktım kitap mitap gelmemiş, eteklerim tutuşmaya başladı tabii. Aradım pek bir bayıldığım arkadaşımı "çabuk söyle ne okuyim ben aklımda hiç bişey yok!" diye ağladım şunu okudun mu bunu okudun mu diye bir sürü öneride bulunup başarısız olunca çaat diye; Nijinsky'nin günlüğü'nü oku dedi.Oysaki o kitap benim ömrümün sonuna doğru okumayı planladığım kitaplardandı çünkü hissediyordum ölümüm elinden olucaktı. Allah kahretsin deyip aldım kitabı. Kitapçıda çalışan biricik platonik aşkım kitabı isteyince, gözlerini kocaman kocaman açıp "arkadaşınız bunu mu önerdi!?" dedi. Evet dedim. "Çok ağır bir kitap ama bu ruh haline" dedi, sanırım ölmemi istiyor dedim. Ciddi olduğumu anlamayıp güldü -ah şu saf insanlar!

Kitabı aldığım gibi asmalımescit'e koştum, dünyanın en güzel masasına oturum -nerde olduğunu söylemem!- Kaliforniya şarabı istiyorum dedim, şişe olsun lütfen dedim. Hemen getirip ilk kadehi doldurdular, kadeh bitmedikçe gelmemeleri gerektiğini bilen aklı başında insanlar olduklarından ben şişeyi ve kitabı bitirene kadar pek ortalarda görünmediler.

Uzun lafın kısası gözlerim doldu.

hı?

Katip Bartleby mi olsam acaba?

11 Temmuz 2009 Cumartesi

ya!

peki ya kendimi izlememe ne demeli?

Tamam da blog sanki böyle bişey olmasa gerek; tek seferde 12 yazı utanmasa daha da yazar gibi..

Yarından itibaren Sabancı Üniversitesindeki anılarımı "birsoluktaokuyacağınız" bir yazı dizisi haline getiricem, sabırla -hani "ya sabır" falan- bekleyin!

Farz no 1(!) (bak seennn)

Çavdar tarlasında çocukları oku! Sonra kitaba bayıl, bana salinger'in basılmamış hikayeleri için yalvar!
Evet amaç süper bir roman okunması değil bana yalvarılması! Ne var!?

aman boşver hiço kuma!?

Adından belli ne tırt olduğu, gel vazgeç!

Bak hala! O kadar da uyarıyorum!


Peki naparsan yap.


Peki ya benim bu uykuya direnen bü. halimin geri dönmesine ne demeli?

Tamam sapık olduğum aşikar da, tam atlatmışken neden geri döner ki bu hiperotokontrolbokpüsürü? Hem susuz yaşamaya çalışmak, gözlerini açık tutamazken sadece uzaktan yatağa bakıp gidip yatmamak, hepsini geçtim nefesini tutmak da neyin nesi yahu?

Aklıma takılan şey de dert olsa! Eski sevgililerinin hepsi garip (!) bir tesadüf eseri -ya da bahsettiğim gibi acı çekmeye olan sevgim yüzünden, temmuz ayını kendilerini dışarı ittirmek için seçtiklerinden doğumgünleri birbirine girdi; mesela yarın birinin doğum günü ama hangisinin hatırlayamıyorum, çıldırıcam.

Galiba beni asıl çıldırtan bu adamları unutmuş olmam. "Neden unuttum lan ben bunları!" diye kızıyorum kendime, çünkü bi zamanlar sevdiğimi hatırlıyorum ama neden sevdiğimi hatırlayamıyorum, öyle ki çağırsalar nikah şahitleri bile olurum, hatta gelin hakkında tek bir yorum bile yapmam. Ama olmaz ki dimi?

Bu arada olmazki sanki polonyaca bi kelimeymiş gibi değil mi?

Peki ya aklımdan aslında geçmeyen şeyleri aklıma çağırıp ki olmadığına bütün paramı yatırabilirim, - "tipik" gibi laflar mı duyuyorum?- kendimden tiksinmeme ne demeli?

Peki ya karmaşık cümlelere olan düşkünlüğümün sırf ukalalık olmaması?

Peki ya nerdeyse bütün lise hayatımı beraber geçirdiğim adamın ayrıldığımızdan beri istikaralı bir şekilde benden nefret ediyor olmasına ama sadece 23 nisanlarda ortalama 4 saat süren telefon görüşmeleri yapmamıza ne demeli? Tabii ki kulaklarınıza yazık evladım demeli.

Geçen gün pek bir bayıldığım "birkimse" bana mesaj atmış "bak ben sen oldum" diye.. Daha da bayılmama ne demeli?

30 Haziran 2009 Salı

Titanik ikiymiş.

Biraz önce titanic 2'nin sözde fragmanını izledim, bence iyi bir çalışma olmuş!

Hayır efendim Titanic 2 değil fragman. İşin doğrusu Titanic 2 diye bir film yapsalar giderim, filme çok bayıldığımdan değil elbette eski günlerime olan saygımdan! Yaa böylesine de saygılı bir insanım işte. İzlediğim ilk "büyük insan" filmiydi, yaş 9, gitmek için anneme biraz dil döktükten sonra -sinemaya yalnız gitmem sorun değildi aslında zaten her gün aynı binada bulunan kütüphaneye yalnız gidip geliyordum senelerdir- annem artık "büyük insan" filmeleri ve de kitaplarına - bu olaydan bir süre önce de Duygu Asena'nın Aynada aşk vardı adlı kitabını okumak için tutturmuştum- olan ilgimi dizginleyemeyeceğini anlayınca bana izin çıktı.

Hatırlıyorum çok kalabalıktı, Pocahontas ya da Casper gibi o dönem popüler filmlerime bu kadar ilgi gösterilmemiş olması beni şaşırtsa da bunu da o insanların eksikliklerine verdim, fazla üstünde durmadan geçip kuruldum koltuğuma. Aslında pek kurulmak denemez çünkü işin aslı şu ki arkalarda oturmak zorunda kalmıştım ve dimdik durup izlemem gerekiyordu bütün filmi, ama olsundu yine de artık kocaman Titanic izleyen biriydim.

Ben oldum olası severim filmleri sevgili hiperokur -kendimi Laurence Sterne sanmaktan ne zaman kurtulacağımı kim bilebilir?- bana hep dikizlemek gibi gelir sinema - tek boyutluluğumu seveyim- anlıyacağınız dikizlemeyi de severim. İsterim ki herşeyi göreyim, sürekli izleyeyim.

Nerden nereye geldim yine?
Yine aslında yazmak istediklerimi unuttum.. Bin defa kalkarsan bilgisayarın başından, şu kitabı okuyup geliyim hemen dersen böyle olur işte.

Neyse. Bir daha ki sefere..

29 Haziran 2009 Pazartesi

blog değil bayaaa bildiğin sipeys!

Şunu farkkettim; günlerdir gidip gelip (!?) buraya bakıyorum, tam bir şeyler (tanrım bunların hangisi ayrı!?) yazacakken kendi kendime boşver lan sadece selamon -küçük seyle- okursa -bak o da okursa diyorum- okuyacak, zaten o da çok meraklıysa arar "nabıyosun Bü" der buluşuruz, ben her zamanki gibi bilincimi akıtarak -ya da çağıldatarak mı demeli; çağıldatmak dedim lan!- konuşurum karşısında saatlerce o da bir kısım fikir ve de bilgi sahibi olur..
Bir kısım diyorum çünkü yakın zamanda gördük ki götüyle anlayıp dinliyormuş beni..

Bakınız yine yaptım, blog girdisiynen bile trip atarım -öylesine süperim anlamında- kıvamına geldim.
Asıl konuya dönelim - "Asıl konuya, dönelim" tonlamasıyla oku!- üçkağıtçı ve düzenbaz ve de pis bir insanım sanırım.

Evet!

Cidden çok sıkıldım.

10 Haziran 2009 Çarşamba

muah!?!

Farkettim ki benim gerçekten teşhirim gelmiş.
güzel bir kelime değil biliyorum ama bu böyle; pazartesi günü gidip çingene pembesi ruj alıp bir güzel sürünüp kadıköy sokaklarında yazın resmi olarak geldiğini müjdelediğimden beri bundan kesinlikle eminim.. Tek canımı sıkan tek izleyiciye oynamak- merhaba sarp! (sarp küçük harfle! Çünkü o kadar da muheteşem olmayan bi kızı benden daha çok seviyor.)


Bu arada ruj da çok yakıştı; yakışmadı değil!

6 Haziran 2009 Cumartesi

i am a cop, shut up!

Gayet güzel bir gece geçirmişken birden sabah sabah içinde yine bir sıkıntıyla uyanmak da neyin nesi?

Sebepleri hakkında çok fikrim olsa da hepsini bir kenara bırkıp hazırlanmaya başlamalıyız sevgili überokur!

The Knife - Heartbeats ve Rock Classics fonda müzik olsun diyorum ve koşarak uzaklaşıyorum..

5 Haziran 2009 Cuma

blogyazısıno000000004 ya da bu saçmalığı daha ne kadar sürüdürüm bilmiyorum no 4

Bu arada bir gecede üç hatta dört yazı!

Hayırlı olsun sayın mü!

Sanırım teşhirim gelmiş..

blogyazısıno000000003

Bu arada an itibariyle fedonla feysbuk vesilesiyle çok samimi arkadaş da olduk, kendisinden rica ettim bu hafta programına gittiğim zaman (!) benimle tefli fotograf çektirecek! :),


Uyku.

blogyazısıno000000002

Tam da uyumaya hazırlandığım şu saatlerden beni bir türlü yatağa sokmayan ve insanların bari gürültü yapma diye yalvarmasına sebep olan şey hemmen aşağıda görebileceğiniz fotograf.. Evet sapığım ben sırf başkası da bulmak istiyor diye -ki konsept bu mu olmalı ondan pek emin değilim- uyumadım bu güzide cumartesi günü/gecesi için yaptığım yorucu planları göz önünde bulundurmadım oturdum aradım taradım bir adet "tefli fedon" buldum. Belirtmeliyim ki "tefli fedon" bulmak "dövmeli fedon" ya da "arkasında deniz olan fedon" bulmaktan daha zor bir şey değil. İşte karşınızda "Tefli fedon" :



Ben harıl harıl bunu ararken -yahu altı üstü 1 dakika falan sürdü heralde; sana söylüyorum nasıl bulamadın be adam!- daha önemli bir bilgiye eriştim o da şu ki; meğerse bizim fedonla hülya avşar'ın havuzda fotografları varmış! Yaa şaşırırsın işte böyle!







Bu önemli haberi de verdikten sonra sessizce yatağıma doğru yollanırken -bekle beni hayatım!- bir daha asla ve asla boş işlerle uğraşmayacağıma, sabahlara kadar "oo gençler ne biçimde eğleniyoruz" diyerek oturmayacağıma, saçlarımı asla kızıla boyatmayacağıma -baksanıza şunun haline yahu, bu ve bir kaç örnekle beraber kızıl saç eşittir basitlik ve ucuzluk denkleminin altına imzamızı atar olduk;bu konuyu bol bol anlatıcam!- ve de en önemlisi -tamam ozımaaann demeyeceğime söz veriyorum!

blogyazısıno000000001

Eski blogu çöpe attıktan sonra bazı "düğmeler"in de yardımıyla yeniden başlamaya karar vermem pek de şaşılası bir durum olmasa gerek!


Hem "düğme" diyorum "tuş" diyorum fasa fiso değil yani; bunun basınca çamaşır yıkayanı olur, mail göndereni olur, fotograf çekeni oluurr, ses çıkaranı olur. Olur da olur işte..


Bu defa ki beni bir şeyler yazmaya zorladı, şaşılcak bir şey -yeri gelmişken belirteyim; bu sefer her bir ve de şey kelimelerinin nasıl yazıldığına söz veriyorum dikkat edicem, doğru yapıcam demiyorum, dikkat diyorum!- yok.



Bir arkadaşımın daha önce de söylediği gibi; Öpenzi..