30 Temmuz 2009 Perşembe

Çok önceden alınmış bir karar gibi yaşıyorum bir adım eksik atsam hatıralarım, acılarım ayaklanıyor demiş adam..

Bana gelip "Sır kutunuz olabilir miyim?" diye sormasa, benim hayatta aklıma gelmezdi sır kutum yapmak için onca çabaladığım insanlara isteğimi böyle açıkca söylemek..

Ağzım bir karış açık falan da kalmadan, tabii dedim önce kendi kendime, niye olamayacakmış ki hem?, Senden iyisini bulacağım şekerim gibi bir şey değil bu sevgili okur, bir insanı çok fazla tanıma olasılığınız varsa elinizde -her insanı mı demeli?- ama orda değilde bir adım öncesinde, hiç tanımadığınız yerdeyseniz, etrafınıza şöyle bir bakın -ne kadar da güzel- işte aynen o gördüğünüz -belkide göremediğiniz- şeyi görüp söylenmiş bir şey bu..

Hem bazılarının çok iyi bildiği gibi "Maestro Paganini yasemin bahçesinde/kemanını yağmura göre akortluyor." derse biri, işte buna asla dayanamam..

Hayatta, en canımı sıkan şey, son zamanlarda, bu terketme, terkedilme mevzuu.. İçim acıyor beynim karıncalanıyor ve ben asla anlayamıyorum nasıl oluyor da oluyor.. Hayatımda kimseyi terketmedim desem, kimse inanmaz belki ama gerçekten yapmadım, tanımış olduğum bütün insanların bana ihtiyacı olsa koşarak giderim, kaldı ki eş dost sevgili..

Tamam, tayatımdaki yerlerinde oynamalar yaptım, bir çoğu da bu yüzden gitti ama ne demek nefret, küslük, unutmak bunları hiç anlamıyorum..
İçinden sormak geliyor insanın; Bir tek ben memliyken ne oldu da şimdi "geri al memelerini geri ver penisimi?"

Geçen gece sağolsun Fatih Akın, sarhoşluğun da etkisiyle kafamıza kafamıza vurdu Orhan Gencebay, Sezen Aksu ve diğerleri diğerleriyle, film bitince arkadaşımla odaya gittik, bilgisayarın başına geçtik, ne yalan söyleyeyim, hiç beklemezdim; çıkardı Orhan Gencebay arşivini, ben serdim '80 öncesi SezenAksuşarkısıbilgimi, o gazla başladım art arda vodka shotlara -tipik kafam güzel olmadı ki tribine giren bü!- ağladım, ağladıkça konuştum, konuştukça bahsettiklerim midemi bulandırdı, en son üzerimde elbisemle duşun altında ellerime bakarken hatırlıyorum kendimi, hep o salak tebessüm, o anda bir kez daha fark ettim, bilmiyorum hala ne istediğimi, sürekli koşuyorum, sürekli her şeyi uçlara sürüklüyorum ama bir türlü bulamıyorum gerçeği, ben şimdi kalkıp buna aşık bile olabilirim, ama bilmiyorum bu dediğim şeyin bile ne olduğunu. Bunları neden anlatıyorum? Onu bile bilmiyorum dedim ya..

O gece Ladino song'u dinledim. Hiçbir şeyin altında neden aramadım, şüphe duymadım, anlam çıkarmadım, sen nerden çıktın diye sormadım -ama sorucam- bütün bunların bir anlamı olmalı..

İlk defa sır kutusu olan her insan gibi ben de var olanla nasıl başedeceğimi bilemiyorum.. Çok kurcalarsam bozulur mu acaba ya da ne kadar çalışıyor gibi sorular beynimi kemirmekle beraber, her şeyden önce "Pardon ama gerçekten mi?" diye sormak istiyorum..

28 Temmuz 2009 Salı

garip şeyler bunlar!


Çiçek Dilligil ile Bora Öztaprak'ın evli olması ve şıp diye ikisi de 3'er kez damıtarak burunlarından sızdırdıkları veletleri benden başka kimsenin dikkatini çekmedi mi ya'u!?

Peki ben bunu gördükten ve de saatlerce üstüne konuşup güldükten sonra, adamın astronomi doktorası yaptığını öğrenip gözlerimin yaşarması..?

Tanrım kurtar beni önyargılarımdan mı yoksa Bu ne dünya kardeşim mi!?

Peki ya aklıma türkfilmişarkılarının gelmesi?

Hep istemek, çok istemek..

İçimden buraları yıkıp lunapark yapmak geliyor..

Baş dönmesi, şeker kamışı

Hadi şimdi itiraf ediyim, ben öyle bir armutum ki ancak bu kadar olur.

Geçen gün bir arkadaşıma çok kızdım, ama gerçekten çok. Bir de üstüne kıskandım, zaten kızmamın temelinde ilgisizlik yattığı için histerim de hemen devreye girdi. oldu mu herşey tamam!?

Hah, herşey zaten girmişken birbirine tabii çenemi de tutamadım kızgınlığımı da dile getirdim mi, o da tamam. O da kendisinden beklenilen açıklamayı yapıp benim günlerce boşuna mide ağrılarıyla dolaşıp durduğumu da onayladı.. Oh oh ne güzel, hemen oracıkta onu da affettim.

iki gün geçti başka bir arkadaşıma ne kadar sinir olduğumdan bahsederken, canım arkadaşım çok önemli bir gerçeği yüzüme vurdu. Gayet de haklıydı, yıllarca yapıp son sevgilimle beraber çöpe attığımı düşündüğüm salaklık resmen yine hortlamıştı. Elim ayağım birbirine dolandı çünkü asla eski aptallıkları yapmayacaktım. Bir daha asla her türlü ilişkimi çok yüce duygular taşıyan çok önemli birlikteliklermiş gibi görüp ne olursa olsun kimseyi terketmemezlik yapmayı bir kez daha kaldırmazdı bu bünye.

Aman ne güzel son anda uyandım, hayatta affetmem kimseyi pis git go! derken önce
sevgili üstadım Nguyen Ngoc-Rao'dan gelen mail'de yazan "If you want to be happy in love during this period, don't let other people interfere with your personal matters. Only listen to your heart." lafıyla tekrardan kendi kendime gaza gelip "Evet lan, olsun, acı çekelim zaten ne bu böyle cam fanus fantazisi, madem böyle hissediyorum ne olursa olsun yapmalıyım!" dedim -Tanrım ne büyük hata! Bu kafayla en son normalde 1 ay sürmesi gereken bir ilişkiyi 2 seneye uzatmıştım ve ne yalan söyleyeyim yine olsa yine yaparım ben bu kafayla..-

Zaten gaza gelmişim, ama ne yapmam gerektiğini bir türlü kestiremiyorum, bir işaret lazım tabi, hemmen o da geldi öldürmeyi planladığım sevgili kişiden; çok dayanamayacağım ortada..

Farkındayım artık iyice, kafam hiç çalışmıyor.

Ama mesela bunları yazarken şöyle birşey daha oldu; Naaaapıyosun aptal karı dedim kendi kendime ki bu da bir gelişme kendimle hiç bu şekilde konuşmam. Karar verdim gerçekten artık oynamıyorum, küstüm ben, evet evet çok küstüm hem de!

Küskünotundan 360 derece haberleri izlediniz efendim, esen kalın..

26 Temmuz 2009 Pazar

bunun çekirdeği gömülür mü?

Bü olmasaydım avakado olurdum, efendim.
Avakado olamadım, Bü oldum, aynı şey..

25 Temmuz 2009 Cumartesi

çağrılmayan yakup da güzel şiirdir ha!

Kafamın nasıl çalıştığını gösteren bir işaret olarak kabul ettiğim bişey biraz önce vuku buldu.

Şöyle ki; bir arkadaşıma bir şey yazıp göndericem ama bu şey bir alıntı olucak -nedenini sormayın rica ederim kuzum- bu sebeple tam da o sırada okumakta olduğum Çağrılmayan Yakup şiirini daha dikatli okumaya başladım. Amaç ne ben de emin değilim ama aklıma geldi bir kere işte..

Her neyse bütün kitabı mesaj atamayacağım ve de adam zaten şiir okumaktan hoşlanmadığı için işim daha da zorlaşırken aklıma sevgili büyüğümüz Marcus Valerius Martialis abimizin zamanında söylemiş olduğu "O suyu kirletmeye kıçın yetmez kafanı sok zollius kafanı" lafı geldi. Bunun da bir sebebi yok pek tabii. Bu sözü ilk okuduğumda karanlık ve dağınık bir odada yatağa yatmış hem bir şeyler okuyup hem de bir şeyler yazıyordum -aynı anda olduğu için ikisini de pek beceremiyordum tabi- okadar sinirliydim ki görür görmez duygularıma tercüman oldu gibi oldu ama aslında olmadı çünkü duygularım aptallığa öfkeden ziyade kıskançlık ve histeri arasında gidip geliyordu..

O gün bu gündür ne Marcuscuğumu ne de bu sözü unutmadım, bu gün de olduğu gibi hep yerli yersiz aklıma geldi durdu.. Ama artık çıldırıcam, bunu yazıp göndermemek için kendimi zor tutuyorum fakat konsepte aykırı! En son aldığı mesajda "bak ben sen oldum" yazan biri olarak böyle bir şey yaparsam cezalandırılmaktan korkuyorum, elbette "kısa mesajla "mesaj verme" sevdalısı ergenler derneği" peşime falan düşmez ama ne biliyim..

Kafamın nasıl çalıştığı -yoksa çalışmadığı mı demeli?- mevzuuna gelicek olursak, işte böyle sayın seyirciler; bö!

23 Temmuz 2009 Perşembe

.

Geçen perşembe cinlerim tepemde -güneş tutulması vardı ya ondan- tünelde şahane bir mekanda arkadaşlarımın çaldıkları bir geceye katılmak zorunda kaldım, ne zaman zorunda kalsam verdiğim tepkiyi verip kaçmaya çalıştım ama ne mümkün..

Baktım olmuyor "Benim acilen Robinson'a uğramam lazım sipariş ettiğim kitaplar gelmiştir ay ay ay aman unutmıyim!" diyerek kısa süreliğine kaçmayı başardım. Gittim baktım kitap mitap gelmemiş, eteklerim tutuşmaya başladı tabii. Aradım pek bir bayıldığım arkadaşımı "çabuk söyle ne okuyim ben aklımda hiç bişey yok!" diye ağladım şunu okudun mu bunu okudun mu diye bir sürü öneride bulunup başarısız olunca çaat diye; Nijinsky'nin günlüğü'nü oku dedi.Oysaki o kitap benim ömrümün sonuna doğru okumayı planladığım kitaplardandı çünkü hissediyordum ölümüm elinden olucaktı. Allah kahretsin deyip aldım kitabı. Kitapçıda çalışan biricik platonik aşkım kitabı isteyince, gözlerini kocaman kocaman açıp "arkadaşınız bunu mu önerdi!?" dedi. Evet dedim. "Çok ağır bir kitap ama bu ruh haline" dedi, sanırım ölmemi istiyor dedim. Ciddi olduğumu anlamayıp güldü -ah şu saf insanlar!

Kitabı aldığım gibi asmalımescit'e koştum, dünyanın en güzel masasına oturum -nerde olduğunu söylemem!- Kaliforniya şarabı istiyorum dedim, şişe olsun lütfen dedim. Hemen getirip ilk kadehi doldurdular, kadeh bitmedikçe gelmemeleri gerektiğini bilen aklı başında insanlar olduklarından ben şişeyi ve kitabı bitirene kadar pek ortalarda görünmediler.

Uzun lafın kısası gözlerim doldu.

hı?

Katip Bartleby mi olsam acaba?

11 Temmuz 2009 Cumartesi

ya!

peki ya kendimi izlememe ne demeli?

Tamam da blog sanki böyle bişey olmasa gerek; tek seferde 12 yazı utanmasa daha da yazar gibi..

Yarından itibaren Sabancı Üniversitesindeki anılarımı "birsoluktaokuyacağınız" bir yazı dizisi haline getiricem, sabırla -hani "ya sabır" falan- bekleyin!

Farz no 1(!) (bak seennn)

Çavdar tarlasında çocukları oku! Sonra kitaba bayıl, bana salinger'in basılmamış hikayeleri için yalvar!
Evet amaç süper bir roman okunması değil bana yalvarılması! Ne var!?

aman boşver hiço kuma!?

Adından belli ne tırt olduğu, gel vazgeç!

Bak hala! O kadar da uyarıyorum!


Peki naparsan yap.


Peki ya benim bu uykuya direnen bü. halimin geri dönmesine ne demeli?

Tamam sapık olduğum aşikar da, tam atlatmışken neden geri döner ki bu hiperotokontrolbokpüsürü? Hem susuz yaşamaya çalışmak, gözlerini açık tutamazken sadece uzaktan yatağa bakıp gidip yatmamak, hepsini geçtim nefesini tutmak da neyin nesi yahu?

Aklıma takılan şey de dert olsa! Eski sevgililerinin hepsi garip (!) bir tesadüf eseri -ya da bahsettiğim gibi acı çekmeye olan sevgim yüzünden, temmuz ayını kendilerini dışarı ittirmek için seçtiklerinden doğumgünleri birbirine girdi; mesela yarın birinin doğum günü ama hangisinin hatırlayamıyorum, çıldırıcam.

Galiba beni asıl çıldırtan bu adamları unutmuş olmam. "Neden unuttum lan ben bunları!" diye kızıyorum kendime, çünkü bi zamanlar sevdiğimi hatırlıyorum ama neden sevdiğimi hatırlayamıyorum, öyle ki çağırsalar nikah şahitleri bile olurum, hatta gelin hakkında tek bir yorum bile yapmam. Ama olmaz ki dimi?

Bu arada olmazki sanki polonyaca bi kelimeymiş gibi değil mi?

Peki ya aklımdan aslında geçmeyen şeyleri aklıma çağırıp ki olmadığına bütün paramı yatırabilirim, - "tipik" gibi laflar mı duyuyorum?- kendimden tiksinmeme ne demeli?

Peki ya karmaşık cümlelere olan düşkünlüğümün sırf ukalalık olmaması?

Peki ya nerdeyse bütün lise hayatımı beraber geçirdiğim adamın ayrıldığımızdan beri istikaralı bir şekilde benden nefret ediyor olmasına ama sadece 23 nisanlarda ortalama 4 saat süren telefon görüşmeleri yapmamıza ne demeli? Tabii ki kulaklarınıza yazık evladım demeli.

Geçen gün pek bir bayıldığım "birkimse" bana mesaj atmış "bak ben sen oldum" diye.. Daha da bayılmama ne demeli?